Ana içeriğe atla
Ana Sayfa

Söyleşi: Noémi Lévy-Aksu

Onarıcı Adalet Söyleşileri serisi kapsamında gençlerle adaleti konuşmaya devam ediyoruz. Hafıza ve Gençlik programımızın katılımcısı olmuş gençlerle yaptığımız söyleşilerin ikincisinde Özgür Ünal, Şükran Demir ve Bilge Martan ile onarıcı adalete dair perspektiflerini konuştuk.

Onarıcı Adalet Söyleşileri serisini Hafıza Merkezi olarak yürüttüğümüz Adalet İyileştirir projesi kapsamında gerçekleştiriyoruz. Proje, 2000’li yıllarda Kürt çocuk ve gençlere yönelik yaşam hakkı ihlallerinin Türkiye’nin insan hakları hafızasında bıraktığı derin yaralara odaklanıyor. Bu ağır ihlallerin toplumsal ve hukuki dinamiklerini anlamaya çalışırken, aynı zamanda adaleti yalnızca mahkeme salonlarında değil, toplumsal düzlemde de düşünmeye davet ediyoruz.

Bu çerçevede, 2022’den bu yana sürdürdüğümüz ve bu yıl üçüncü dönemini tamamlayan Hafıza ve Gençlik programının katılımcılarıyla bir araya gelerek “onarıcı adalet” kavramını tartışmak istedik. Program, dünyada ve Türkiye’de yürütülen hafıza çalışmaları ile mücadele pratiklerini genç kuşakla birlikte ele almayı hedefliyor. Akranlarıyla bir araya gelen gençler, hafıza çalışmalarının toplumsal adalet ve barış mücadelesine katkısını sorgularken, ağır insan hakları ihlallerine dair kendi hafızalaştırma projelerini geliştirerek adalet ve barış çabalarının aktif özneleri hâline geliyor.

Programın hedeflerini, bugüne kadar yürütülen faaliyetleri ve gençlerin geliştirdiği projeleri daha yakından tanımak için hafizavegenclik.org adresini ziyaret edebilirsiniz.

Adalet sizin için ne ifade ediyor? Ya onarıcı adalet?

Özgür Ünal: İçinde yaşadığım coğrafyanın en önemli özelliği sürekli mücadele halinde olma zorunluluğudur. Bu mücadele daimidir ve bireysel olmaktan uzak olmalıdır. Sadece kendin için, kendi mahallen için değildir bu mücadele. En azından olması gereken budur. Haliyle bu uzun soluklu yolda duraksamalar, vazgeçişler, geri dönmeler yaşanabilir. Ve kişiyi ayakta tutacak, mücadele azmini sağlayacak hedefler, sonuçlar beklemelidir bir yerlerde. Adalet de benim mücadele azmimi diri tutan bir kavram. Geriye dönüp baktığımda ya da ileriye doğru yürüdüğümde; bir yerlerde elde edilmeyi bekleyen “adalet” beni/bizi bekliyor. Roboski için adalet, Suruç için adalet, Ankara Garı için adalet, bedeni buzdolabında saklanan Cemile için adalet, Ceylan için adalet, sokak ortasında günlerce cansız bedeni kalan Taybet Ana için adalet, adalet mücadelesinde katledilen Tahir Elçi için adalet; uzayıp giden yüz binleri aşan bir liste…

Onarıcı adalet, yaşanan adaletsizliklerin yalnızca hukuki boyutuyla değil, bu olayların bireyler ve toplum üzerinde bıraktığı tüm fiziksel, psikolojik ve sosyal tahribatla yüzleşilmesini ve bu tahribatın onarılmasını hedefler. Cezanın ötesine geçerek iyileştirme ve toplumsal barışı yeniden tesis etme sorumluluğu taşır. Benzer adaletsizliğin önüne geçmeyi sağlar. Elbette, bu sürecin başarısı, doğrudan mağdurların ve toplumun kabulüne bağlıdır. Hangi adalet biçiminin -onarıcı mı yoksa cezalandırıcı mı- daha doğru ve etkili olduğu, ancak yaşanan mağduriyetlerin ve öznelerin ihtiyaçlarının dikkate alınmasıyla belirlenebilir. 

Şükran Demir: Her şey o kadar yoğun, hızlı ve birbirine benzer şekilde üst üste yaşanıyor ki, çoğu zaman olan biteni analiz etmeye fırsat kalmıyor. Benim yaşadığım yerde, durmaksızın süren bir kötülük hali mevcut ve bu da beni çoğu zaman bir öfkenin içinde bırakıyor. İnsanlar öldürülüyor, bazı şeyler yasaklanıyor, yok sayılıyoruz ve sürekli olarak birilerine bir şeyleri anlatmak, açıklamak zorunda kalıyoruz.

İşte bu karmaşa içinde “Adalet nedir?” sorusu da karmaşık bir hâl alıyor. Yine de zihnimdeki bulanıklığı bir kenara bırakıp düşündüğümde şunu söyleyebilirim: Adalet, benim harekete geçmeme gerek kalmadan da haklarımın korunduğu ve sağlandığı bir mekanizma olmalı. Dilimi, kültürümü benimle paylaşanlarla birlikte; varoluşumuzun tartışmaya açılmadığı, eşit şekilde tanındığı bir düzen adaletin en somut hali olurdu. Onarıcı adalet ise, yaşanan haksızlıkların yalnızca cezayla değil, tarafların yüzleşmesi ve toplumsal yaraların sarılmasıyla giderilmesini ifade ediyor benim için. Bireylerin, grupların ya da halkların gördüğü zararların tanındığı ve bu zararların giderilmesi için çaba harcandığı bir yaklaşım. Bu, yalnızca geçmişi onarmakla kalmaz; gelecekte benzer acıların yaşanmasını da önleyebilir.

Bilge Martan: Adalet, eşitliğin, özgürlüğün ve dayanışmanın somutlaştığı toplumsal bir dengedir. Irk, dil, din, cinsiyet, cinsel yönelim ya da tür farkı gözetmeksizin herkesin yaşam hakkına, onuruna ve haklarına erişebildiği bir düzenin adıdır. Bu düzen, yalnızca yasal normlarla değil, toplumsal ilişkilerle ve güç dengeleriyle inşa edilir. Adalet, bu ilişkilerdeki yapısal eşitsizliklere karşı durmayı, ezilenin yanında saf tutmayı ve iktidarın değil hakikatin sesi olmayı gerektirir.

Kapitalist sistemin piyasacı ve ceza odaklı adalet anlayışı, çoğu zaman adaleti mülkiyetin korunmasıyla özdeşleştirirken, bizler için adalet, yaşamın korunmasıyla ilgilidir. Adalet, yalnızca bir mahkeme kararında değil, barınma hakkına erişimde, bir çocuğun güvenli büyümesinde, hayvanların yaşam hakkının tanınmasında, doğanın sömürülmemesinde, kadının özgürce var olabilmesindedir. Adalet aynı zamanda bir yüzleşme ve sorumluluk meselesidir. Haksızlık karşısında tarafsızlık değil; failin sorumluluk almasını, mağdurun iyileşmesini ve toplumsal ilişkilerin yeniden kurulmasını esas alır. Onarıcı bir adalet anlayışıyla, suçun yalnızca yasa ihlali değil, insanlar ve topluluklar arasında oluşan bir yara olduğu kabul edilir. Bu yarayı sarmak, failin cezalandırılmasından çok daha fazlasını gerektirir: hakikatin ortaya çıkması, toplumsal uzlaşma ve onarımın sağlanması. Adalet, yalnızca bir ideal değil, kolektif mücadeleyle örülen bir pratiktir. Ve bu pratik, herkes için yaşanabilir bir dünyayı mümkün kılar.

Hafıza ve Gençlik projesi kapsamında bir hafızalaştırma çalışmasını gerçekleştirdiniz. Hafıza çalışmalarının adalet arayışına bir katkısı olabilir mi? Bireyleri ve toplumu iyileştirmeyi kolaylaştırabilir mi?

Özgür Ünal: Hafıza ve Gençlik projesi kapsamında yürüttüğüm “Şiddet ve Asimilasyon Aracı Olarak YİBO” çalışmasını, bir gün gerçek bir yüzleşmenin mümkün olabileceği inancıyla gerçekleştirdim. Bir yerde yaşanan olaylar zamanla görünürde kaybolsa da, etkileri toplumun ve bireylerin yaşamında varlığını sürdürmeye devam eder. Üzerine yeni yaşamlar inşa edilse bile, geçmişte yaşananlar tamamen silinemez. Bu nedenle, hafızaya konu olan olayların "Yaşandı ve bitti, yaşananlar orada kaldı," diyerek geçiştirilmesini kabul etmiyorum. Hafızanın sürekli diri tutulması gerektiğine inanıyorum. Yaşanan acıların hafiflemesinin ancak gerçek bir yüzleşme ile mümkün olduğuna inanıyorum.

Adalet de, ancak bu yüzleşme ve kabul süreciyle sağlanabilir. Toplumun ve bireylerin iyileşmesi, yalnızca barış ortamının kurulmasıyla mümkün olur. Kalıcı bir barış ise, geçmişle açık bir hesaplaşmayı, yaşananların kabulünü ve mağduriyetlerin görünür kılınmasını zorunlu kılar. Hafıza çalışmaları, bu anlamda, adalet arayışına güçlü bir katkı sunabilir; iyileşmenin, onarımın ve toplumsal barışın önünü açabilir.

Özgür Ünal ve Şükran Demir'in Hafıza ve Gençlik II. Döneminde yönetmenliğini ve senaryosunu üstlendikleri "Şiddet ve Asimilasyon Projesi Olarak YİBO" isimli belgesel çalışmasının afiş ve e-kitap görseli
Özgür Ünal ve Şükran Demir'in Hafıza ve Gençlik II. Döneminde yönetmenliğini ve senaryosunu üstlendikleri "Şiddet ve Asimilasyon Projesi Olarak YİBO" isimli belgesel çalışmasının afiş ve e-kitap görseli

Şükran Demir: Gerçeklerin üzeri örtülerek adaletin sağlanamayacağına inanıyorum. Bu nedenle, geçmişte yaşananların hatırlatılması ve bunların insanlar, doğa ve toplum üzerindeki etkilerinin bilinmesi, adaletin tesisini kolaylaştırır. Empati kurmak, anlamaya çalışmak ve insanların neden bazı taleplere sahip olduğunu kavramak açısından hafızanın taze tutulması oldukça değerlidir. Zaman zaman “yeni bir sayfa açmak” adına geçmişin konuşulmaması gerektiği söylenir. Ancak gündelik yaşamda bile yaşadığımız sıradan olayların üstesinden yüzleşerek, konuşarak ve anlaşarak geldiğimizi görürüz. Aksi hâlde, “keşke şunu da söyleseydim/yapsaydım” duygusu insanın içinde kalır ve bu da zamanla ruhsal bir yük haline gelir.

Bugün hala Kürtçe eğitim hakkı tanınmıyor; kamu alanlarında Kürtçe'yi özgürce kullanamıyor, siyasi, sosyal ve ekonomik haklara tam anlamıyla erişemiyoruz. Uygulanan bu politikalar yüzünden binlerce Kürt çocuk, kadın, genç… temel haklardan mahrum bırakıldı. Baskı ve sömürüyle yüzleşmek ise, toplumsal iyileşmenin en temel şartıdır diye düşünüyorum. Özgür’le bizim yürüttüğümüz çalışmanın en önemli yönü, yatılı bölge okullarının birer işkence mekanına dönüştüğü iddialarına ışık tutmasıydı. On yedi bin faili meçhul vakayla anılan bir bölgede, yalnızca bu okullar özelinde bile hakikat komisyonlarının kurulması gerektiğine inanıyorum. Bu okullarda neler yaşandığını bütün ayrıntılarıyla aydınlatmak, yalnızca geçmişi değil, bugün hâlâ karanlıkta kalan pek çok gerçeği de görünür kılacaktır. Bu çocukların hikayeleri ilk bakışta bireysel gibi görünse de aslında bu dört duvar arasında yaşatılan her şeyin bir topluluğa, özellikle de Kürt toplumuna yönelik olduğunu görmek gerekir. Kürtlere yönelik baskıların en görünmez ama en etkili alanlarından biri “eğitim”dir. Bu nedenle, yaşananlara dair gerçek bir yüzleşmede “eğitim” alanı göz ardı edilmemelidir. Yatılı bölge okullarında maruz kalınan travmalar, yalnızca bireysel hafızalarda değil, kolektif bellekte de derin izler bırakmıştır.

Yaptığımız çalışmanın bu bağlamda önemli bir katkı sunduğuna inanıyorum. Bu kurumlarda yaşananların belgelenmesi ve kamusal alanda görünür kılınması hem adalet arayışına hem de toplumsal iyileşmeye anlamlı bir zemin oluşturacaktır.

Bilge Martan: Hafıza ve Gençlik Projesi kapsamında yaptığım çalışmamda, 1922 İzmir Yangını ve sonrasında yaşananları; ulus devlet süreçleri, türkleştirme politikaları, zorla yerinden edilmelerin izlerini kent mekânları üzerinden ele almaya çalıştım ve bugünkü İzmir’in gündelik dokusuna sinmiş, bastırılmış ya da yok sayılmış hikayeleri mekanların değişimi üzerinden tartışmaya açmayı hedefledim. Bu hikâyeler, yalnızca geçmişin travmalarını değil, bugünkü eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin sürekliliğini de açığa çıkarıyor.

Bilge Martan'ın Hafıza ve Gençlik II. Döneminde hazırladığı "İzmir’in Kentsel Belleğinin İzini Sürmek" isimli e-kitap çalışmasının görsellerinden biri
Bilge Martan'ın Hafıza ve Gençlik II. Döneminde hazırladığı "İzmir’in Kentsel Belleğinin İzini Sürmek" isimli e-kitap çalışmasının görsellerinden biri

Hafıza çalışmaları, adaletin yalnızca yargı süreçleriyle değil, hakikatin tanınması ve anlatılmasıyla da ilişkili olduğunu hatırlatıyor. Kentin sokaklarında, mahallelerinde, parklarında unutulmuş olanı geri çağırmak; yok sayılmış kimliklerin, bastırılmış tanıklıkların izini sürmek bir yüzleşme zemini kurabilir. Bu, bireylerin ve toplulukların kendilerini ve birbirlerini anlamasını kolaylaştırır. Bu çalışmanın doğrudan bir "iyileştirme" iddiası yoktu. Ancak bir başlangıç noktası olabileceğini düşündüm. Sessizliklerin ve boşlukların içine söz yerleştirmek, bugünü kuran geçmişle temas kurmak, en azından hatırlamak için alan açmak. Adaletin tek başına bir mahkeme kararı olmadığını; aynı zamanda anlatmak, dinlemek ve anlamakla da ilgili olduğunu düşündüğüm için bu çalışmayı gerçekleştirdim. Özellikle gençler için hafıza çalışmaları, tarihle mesafesiz bir ilişki kurmanın ve bu sayede geleceği daha adil bir şekilde düşünebilmenin yollarından biri olabilir.

Gençler başta olmak üzere farklı toplumsal ve siyasal kısımlardan yükselen itirazların ve taleplerin ortak bir adalet zemininde buluşma imkanı var mı sizce? Engeller ne? Ümitli misiniz? 

Özgür Ünal: Yükselen seslerin ortak bir adalet zemininde buluşup buluşamayacağından bağımsız olarak, böyle bir buluşmanın gerekliliği tartışılmaz bir gerçekliktir. Halklar, yaşadıkları sorunları kalıcı bir şekilde çözebilmek ve daha adil bir toplum kurabilmek için ortak bir paydada buluşmak zorundadır. Bugün karşı karşıya olduğumuz pek çok sosyal ve siyasal sorun, toplumun parçalanmış yapısından besleniyor. Sistem farklı kimlikler, inançlar ve düşünceler arasında derin ayrımlar yaratarak halkları birbirinden uzaklaştırıyor ve ortak dayanışma zemininden koparıyor. Uygulanan politikalar sonucunda toplum birbirinden uzaklaştırılarak toplumun güven duygusu, dayanışma ve birlikte yaşama kültürü, inancı ortadan kaldırılıyor. Böyle bir ortamda, ahlaki-politik bir toplum idealinden her geçen gün daha da uzaklaşıyoruz. Son süreçte yaşanan gelişmeler de bu ayrışmanın derinliğini daha da açık bir şekilde gösteriyor. 

Toplumun farklı kesimlerinden yükselen tepkiler zaman zaman birbirine ulaşmakta zorlanıyor; adalet talebi yalnızca kendi mahallesinin sınırlarında kalabiliyor. Bir yanda belirli kimliklere yönelik yaşanan ihlallere sessiz kalınırken, diğer yanda farklı toplumsal gruplara yönelik ayrımcı ve dışlayıcı söylemler varlığını korumaya devam ediyor. Bütün bunlar, ortak bir adalet zemininde buluşmanın ne kadar emek ve yüzleşme istediğini açıkça ortaya koyuyor. Yine de farklı kesimleri birbirine yaklaştırabilecek güçlü ortaklıklar hala var. Geçim sıkıntısı, güvencesizlik, gelecek kaygısı ve temel haklara erişimde yaşanan zorluklar, kimlik farkı gözetmeden hepimizin hayatına dokunuyor. Bu sorunların ortaklığı, yeni dayanışma biçimlerini ortaya çıkarabilir. Ancak bu da karşılıklı olarak birbirini duymaktan ve anlamaktan geçer. 

Adalet talebi, bir grubun değil tüm toplumun ortak sesi olduğunda daha güçlü ve daha kapsayıcı bir yere evrilebilir. Bu yüzden, zor görünse de ortak bir adalet zemininin zamanla mümkün olabileceğine inanmak için hala umut var. Bu umut, yeni bir toplumsal sözleşmenin ve daha adil bir geleceğin temelini atabilir.

Şükran Demir: Çok fazla kutuplaştırılmış bir coğrafyadan bahsediyoruz. Elbette bu zeminde ortaklaşmak imkansız değil, ancak oldukça zor. “Her şey benim ve her şey benim için” anlayışının bu kadar yaygın olduğu bir çağda yaşıyoruz. Kendi dışındakini anlamaya çalışmayan, farklı olana tahammül gösteremeyen bir toplumsallık içindeyiz. Bu bile başlı başına mücadele gerektiren bir mesele. Bu yüzden yan yana gelebilmek, bir araya geldiğimizde de birbirimizin farklılıklarını sadece kabullenmek değil, aynı zamanda sahiplenmek ve saygı göstermek çok zorlaştı. Ancak yine de anlamak ve anlatmak zorundayız. Taybet Ana’nın yedi gün yerde bırakılan cenazesini de, 13 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur’u da unutmamalıyız. Bu acılar yalnızca bir kesimin değil, hepimizin ortak hafızasında yer etmelidir.

Bütün bunları paylaşmak ve yüzleşmeyi mümkün kılmak, ortak bir adalet zemini kurmanın ilk adımı olabilir. Elbette engeller büyük, ancak birbirimizi dinlemeye açık olduğumuz sürece, adalet talebinde buluşma umudunu taşıyorum. Çünkü adalet, yalnızca hukukun konusu değil; vicdanın, hafızanın ve toplumsal sorumluluğun da meselesidir. Ancak tekrar vurgulamak gerekirse her alanda ve her anlamda kendi kendimi yönetebildiğim imkanların yaratıldığı yerde adalet var olmuş olacaktır.

Bige Martan: Farklı toplumsal ve siyasal kesimlerden yükselen adalet taleplerinin ortak bir zeminde buluşması, mümkün ama kolay değil. Bu zemin, ancak hakikatin tanındığı, güç ilişkilerinin sorgulandığı ve bastırılanların sesinin duyulabildiği bir çabayla kurulabilir. Bugün Türkiye’de — gençler arasında dahi — adaletin ne olduğu, kimin neye hakkı olduğu, kimlerin neye layık görüldüğü konusunda büyük ayrışmalar ve karşıtlıklar yaşanıyor. Bu da ortak bir adalet dilinin kurulmasını zorlaştırıyor. Bunun en büyük engeli, geçmişle hesaplaşmaktan ve yüzleşmekten sistemli şekilde kaçınılması. Hafızasızlaştırma, inkâr ve kutuplaştırma politikaları, toplumsal diyalogun zeminini sürekli aşındırıyor. Ortak adalet duygusu, herkesin aynı acıyı yaşamasından değil, birbirinin acısını tanımasından doğar. Ancak bu tanıma, bastırılmış ya da yok sayılmış hikâyelere kulak verilmeden mümkün değil.

Yine de, özellikle gençler arasında bu duvarları zorlayan, geçmişle daha özgür bir bağ kurmaya çalışan bir eğilim var. Mekâna, hafızaya, kimliğe dair yeni ve çoğulcu sorular soruluyor. Bu, kırılgan ama değerli bir imkân. Adaletin sadece bir hedef değil, bir süreç olduğunu düşünürsek, bu soruların kendisi bile umut taşır. Ümitli olmak bir pozisyon değil, bir tercih. Bu tercihi yapabilmek için elimizde hâlâ sözümüz, hafızamız ve yan yana gelme ihtimalimiz var.

Özgür Ünal, İstanbul Beykent Üniversitesinde hukuk öğrencisi. Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) ve Mezopotamya Sinema Kolektifinde aktif olarak yer alıyor. Aynı zamanda Hafıza ve Gençlik projesinin ikinci döneminde katılımcı ve üçüncü döneminde akran danışman olarak yer aldı.

Şükran Demir, Çankırı Karatekin Üniversitesi Tarih bölümünden mezun. Yüksek lisansını İstanbul Beykent Üniversitesi’nde Zoğrafyon Rum Lisesi özelinde Türkiye’nin azınlıklara yönelik eğitim politikası üzerine yaptı. Kadın Zamanı derneği yönetim kurulu üyesi. Aynı zamanda Hafıza ve Gençlik projesinin ikinci döneminde katılımcı ve üçüncü döneminde akran danışman olarak yer aldı.

Bilge Martan, Şehir ve Bölge Planlama alanında lisans ve yüksek lisansını tamamladı. Sivil toplum alanında çalışıyor. Göç ve mekansal araştırmalarla ilgileniyor. Aynı zamanda Hafıza ve Gençlik projesinin ikinci döneminde katılımcı olarak yer aldı.

Hafıza Merkezi olarak yürütmekte olduğumuz "Adalet İyileştirir" projesiyle, 2000'li yıllarda Kürt meselesi bağlamında işlenen ağır insan hakları ihlallerinin özgün dinamiklerini anlamaya çalışıyoruz. Somut olarak odaklandığımız konu, 2000-2015 yılları arasında Kürt çocuklarına ve gençlerine yönelik yaşam hakkı ihlalleri. Amacımız, bu ihlallerin özellikle çocuklar ve gençler üzerinde yarattığı şiddet sarmalına karşı, onarıcı adalet temelli bir yaklaşım geliştirmek. Bu doğrultuda, onarıcı adalet yaklaşımına dair teorik ve uygulamalı farklı perspektifleri tartışmaya açmak için bir söyleşi serisi düzenliyoruz.

Serinin diğer söyleşileri için:

▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (1): Adaletsizliğin yapısal boyutları ve onarıcı diyalog
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (2): Kolombiya, Meksika ve geçiş dönemi adaletinin dönüşümü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (3): Geçmişle yüzleşmek, daha adil toplumları inşa etmek
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (4): Adalet, hakikat ve hikaye anlatıcılığının gücü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (5): Onarıcı adaletin çocuk haklarıyla ilişkisi ve yerel yönetimlerin rolü
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (6): Bir süreç olarak onarıcı adalet
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (7): Çocuk hakları, dayanışma ve onarım
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (8): 28 Mart Olayları ve bir avukatın tanıklığı 
▶ Onarıcı Adalet Söyleşileri (9): Gençler adaleti konuşuyor-I

AB logo

Bu söyleşi Adalet İyileştirir projesi kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla Hafıza Merkezi’ne aittir ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.